Mucizeler sezonunun bir diğer mucizesi, geçen sezon relegasyon maçını kazanıp ligde ucu ucuna kalan Köln’ün Konferans Ligi’ne gitmeye hak kazanması. Steffen Baumgart Streich ve Fischer gibi yoktan var edenler kontejanına girdi. Geçen sezonki kadrodan pek fark yoktu ama Baumgart’ın tatlı belası olan diri bir Modeste vardı. Sakatlıklardan kurtulan Kainz, olgunlaşan Salih Özcan takımın en önemli isimlerindendi. Ayrıca Bornauw’un gidişi sonrası Hannover’den gelen Hubers ve Mainz’tan kiralanan Kilian da defansta iyi maçlar çıkardılar. Önceki sezon gibi bu sezon da kanat ortalarını bolca kullandılar ama bu sefer bu ortalar şuursuzca değildi ve adresi Modeste ve Uth’tu. Onlar da üzerlerine düşeni yapıp skorlar buldular. Sezonun en radikal kararlarından biri kalede görmeye alıştığımız Timo Horn yerine kaleyi Brondby’den gelen Marvin Schwäbe’nin devralmasıydı ve o da antrenörü Baumgart’ın güvenini boşa çıkarmayarak güzel bir sezon geçirdi.
Geçen sezon gelişiyle Mainz’ı ayağa kaldıran Svensson, bu sene de önde agresif presli oyununu oynayarak rakiplerin işini zorlaştırdı. Avrupa kupaları ekseninde olan takım, bu sene de kılpayı kaçırdı. Bir önceki sezonun ortasında takıma katılan Kohr, kiralık Ingvartsen ve milli takıma da seçilen Stach ilk sezonlarında Svensson’u memnun ettiler. İki sezondur düzenli forma giyen Burkardt, savunma arkasına koşularıyla ve 11 gol 3 asistle henüz 21 yaşında takımın en çok gol katkısı veren ismi oldu. Savunmada da Niakhate de ligin hücumda da var olan stoperlerinden ve o da Svensson’un parlayan yıldızlarından oldu. Oynanan oyun, mücadele gücü ve kulüp olarak Mainz ligin en sempatik takımlarından ama Svensson’un bazen kenarda da daha sakin kalmaya ihtiyacı var.
Sezon sonu yine hüsranla bitse de Hoffenheim geçtiğimiz sezona göre ligde daha üst sıralarda yer aldı ve daha da üst sıralarda bulunabilirdi. Son 10 haftaya girildiğinde Şampiyonlar Ligi şansları bile mevcuttu ama Hoeness’in son 9 haftası kabus gibiydi. Tek bir maç bile kazanamazlarken 6 karşılaşmayı kaybettiler. Bu 9 haftada kalelerinde 24 gol gördüler ve zaten defans geçen sezondan beri en büyük problemleriydi. Ligin son haftasında ise kötü sezon geçiren Gladbach’a 5-1 kaybettiler. Bunda Hoeness’in gelişinden beri dile getirdiğim geriden oyun kurarken Grillitsch veya uzun pas atabilen oyuncuları 3’lü defansta ortaya alışı en büyük faktördü. Gol katkılarında ve ofansiflikleri Raum’un gelişi ile daha da üst seviyeye çıktı ve Frankfurt ve Freiburg gibi sol kanadı daha güçlü en bariz takımlardandılar. Geçen sezon Fürth ile iyi bir sezon geçirip U21 Avrupa Şampiyonasında şampiyon olan takımda da göze çarpan sol bek, Gosens ile birlikte Flick’in de en güçlü sol bek ve kanat bek adaylarından. Hoffenheim bu potansiyelli oyuncuyu elinde tutamayabillir zira ada takımlarının da radarına girdi. Hoeness’in yolun sonuna gelmesiyle yeni antrenör kim olursa olsun onu kadroda tutmak isteyecektir ki konuşulan isim ise Zürich ile İsviçre şampiyonu olan Andre Breitenreiter.
Sezona Hütter ile büyük umutlarla giren Gladbach, her ne kadar ligin sonunda ligde görece üst sıralara yükselse de beklentinin çok uzağında kaldı. İlk yarıdaki zayıf performansları ve alınan ağır mağlubiyetler kulübü ve sportif direktör Eberl’i oldukça yıprattı ve sonunda göz yaşları ile istifasına sebep oldu. Takımdaki oyuncuların bir türlü konsantre olamaması, yapılan basit hatalar taraftarı kahretti. Birçok oyuncu ikinci devre yeni yeni katkı olarak takıma katıldı. Bu kötü sezonda ilginç bir şekilde Almanya Kupası’nda 5-0 ile Bayern’i elediler ve hatta bunun için özel tişört bile hazırlanmıştı ama Bayernlilerin ahından mıdır bilinmez birçok maçta farklı mağlup oldular ve Sommer gibi bir penaltı canavarına rağmen neredeyse her maç en az 2 gol yeme ortalamasıyla sezonu sonlandırdılar. Beklendiği gibi Hütter ile yollar ayrıldı ve gelecek sezon için ilk aday ise Lucien Favre gibi görünüyor.
Ligi 11. sırada bitiren bir takım için genelde vasat bir sezon geçirdi yorumu yapılabilir. Ama bunu bu sezonki Eintracht Frankfurt için söylemek imkansız. Oliver Glasner ilk sezonunda ligde inişli çıkışlı bir grafik çizdi ve ligin ilk devresine bakıldığında Hütter gibi bir durumdaydı. Fakat Glasner, yarıştığı bir başka kulvar olan Avrupa Ligi’ni destansı biçimde Barcelona, West Ham gibi rakipleri final öncesinde eleyip en son Rangers’ı yenerek kupanın sahibi oldu. Geçen sezonki kadroya göre farklı bir hücum hattı kullanan Avusturyalı, yeni transfer Kolombiyalı Borre ve onun arkasında Hütter gibi iki hücumcu daha konuşlandırırken bunlardan birini Jesper Lindström ile doldurdu. O da son kararlarda her zaman en iyi seçeneği kullanamasa da güzel bir sezon geçirerek takımının başarılarında pay sahibi oldu. Geçen sezon kadroya katılan Kamada da Glasner’in en önemli silahlarındandı ama Frankfurt diyince ilk akla gelen tabi ki Filip Kostic. Sezon başında çeşitli transfer dedikoduları sebebiyle takıma tam katılamasa da sonrasında alışığımız Kostic’i izledik ve soldan lokomotif gibi ilerleyen, oyunun son dakikalarında bile insanüstü deparlar atabilen Sırp oyuncunun kupadaki payı büyük. Karşı kanatta da Dortmund’un planlarında kendine yer bulamayan Ansgar Knauff parladı. Barcelona karşısında harika bir gole imza attı. Oyunun gerisine dönersek defansta David Abraham gibi bir kilit oyuncuyu kaybetseler de N’dicka, Hinteregger ve geçen sezondan itibaren süre almaya başlayan Tuta Avrupa’da iyi performanslar sergilediler. Peki ligde neden bu denli aşağıda bitirildi diye sorulursa benim daha önce de belirttiğim en büyük teorilerden biri Glasner’in dar rotasyonu. Takımda gelişiyle birlikte daha ilk maçlardan hangi oyuncuların fazla süre alamayacağı belli oldu. Geçen sezon Hütter’in sonuç aldığı Barkok ve Younes bu sezon pek forma yüzü göremedi. Danny Da Costa Bundesliga için harika bir sağ kanat alternatifi iken o da kendine pek yer bulamadı ve takımdan sezon sonu ayrılıyor. Bu oyunculara daha fazla şans verip diğer oyuncuları da sezon içerisinde daha fazla dinlendirebilirdi. Yine de bu eleştirilerin yanında başarısı çok fazla büyük kalıyor dolayısıyla ona ve tercihlerine saygı duymaktan başka bir seçenek kalmıyor.
Glasner’in bir önceki takımı Wolfsburg ise onun gidişiyle sezona Mark van Bommel ile başladı. Lige iyi başlasa da devamını getiremeyen Hollandalı ile yollar ayrılınca sürpriz bir isim takımı devraldı ve bu isim geçen sezon Bremen’in düşmesinde pay sahibi olan Florian Kohfeldt’ti. Kohfeldt belki de Bremen’den sonra hayatının fırsatını yakalamıştı keza Wolfsburg kadro derinliği en iyi takımlardandı. Elinde Felix ve Lukas Nmecha, ligin ilk yarısına kadar Weghorst, Wind, ikinci devrede Kruse ve de ligin en iyi sağ kanatlarından Baku vardı. Orta sahaya da geçen sezon sakatlanan Schlager nihayet dönmüştü ve kağıt üzerinde bu oyunculardan oluşan herhangi bir kombinasyon ligde 3-7 sıralarını alabilirdi. Glasner’in gidişinden sonra kulüp o kadar kötü yönetildi ki takım bazen düşme hattına dahi yaklaştı. Oynanan oyun ilk devrede Glasner’in oyununun bir benzeri olsa da defansta daha fazla alan verirken Kohfeldt’in gelişi ile Kruse’nin Union’da oynadığı oyun ve Kohfeldt’in Bremen esintilerini taşıyordu. Taraftar sayısı her ne kadar diğer takımlara göre az olsa da Wolfsburg için son yıllardaki en kötü sezon olabilir. Sezon sonunda Kohfeldt kovularak takımın başına lig biter bitmez Bundesliga’ya damga vurmuş isimlerden Kovac geçti. Kovac’ı hatırlayacak olursak Frankfurt ile 17/18 sezonunda Bayern karşısında Almanya Kupası’nı alırken Avrupa Ligi’nde de yarı final oynamıştı. Bayern’e geçtikten sonra da 2 kupa alsa da 19/20 sezonunda takımdan ayrılarak Flick döneminin de başlamasını sağlamıştı. Yine Monaco macerası da çok başaralı geçmese de bu ligde hala kredisi olan ve bir koltuk boşaldığında ilk akla gelen isimlerdendi. Sonunda geri döndü.
Yorumlar